Hayatın kısalığı ve çevresindeki her şeyin anlamsızlığı
4 ay sonra 23 yaşına gireceğim, hayatımın 17 yılını unutacağım dersleri öğrenmek için harcadım. 2 yıldır unutacağım bir işte çalışıyorum ki hayatta daha çok unutabileceğim varlıklarım olabilsin. Unutacağım bir çok kişiyle tanıştım, bir çoğu beni çoktan unuttu.
O kadar unutkan bir varlık olmalıyım ki hayatın ne kadar kısa olduğunu unuttum ve sanki sonsuza kadar yaşayacakmış gibi bir hal içerisindeyim. Oysa bir sonraki sabahın garantisini bize kim veriyor ki? Madem kısacık bir hayatımız var, telaşa kapılıp hayatımın amacını gerçekleştirmek için acele etmem gerekmez mi? Ya çoktan hayatımın amacını unutmuşsam bile?
Son zamanlarda ne kadar aciz bir varlık olduğumu çok iyi anladım. Bu hayatta ne yaparsam yapayım, neyi başarırsam başarıyım, hayatın kısacık olduğu gerçeğini aklımda tutamıyorum. Uçup gidiveriyor aklımdan ve bir süre de gelmiyor. Bunun bir çözümü olduğunu sanmıştım hep, eğer kendimi değiştirebilirsem bu acizliğime de son veririm sanmıştım. Meğersem, ne değişim kolay bir şeymiş ne de bu acizliğin çözümüymüş.
Belki de bu hissetiklerim değişimi istemeyen bir parçam yüzündendir. Bir çeşit karşı koymadır, hayatın kısalığını kabullemek istemiyordur. Ağır geliyordur bu gerçek ona belkide, ağlıyordur karanlıkta bir yerlerde. Ama en başında beri değişimi isteyen o değil miydi? yani eski Mert? Bunca zamandır güldüğünü sandığım eski Mert belki de hep ağlıyordu? Belkide ağlıyordu çünkü değişimle birlikte evreni sona erecekti. Evrenin kaç milyar yıl önce ortaya çıktığının ne önemi var ki veya kaç milyar yıl sonra yok olacağının, eski Mert için evren doğduğu onda var oldu ve değiştiği anda yok olacak. Victor Hugo bir şiirinde şöyle der:
" Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? "
Evet kısacık hayatının kıyısında olan eski Mert ağlıyor, ama onu gözü yaşlı hiç gördüm mü ki? Hiç sanmam. Anlayabildiğim tek bir şey varsa o da ne kadar değişim olursa olsun hayatın kısa olduğu ve bunu unutmak istemediğim. Bundan ne kadar uzaklaşırsam bu hayattan değer verdiğim şeylerden bir o kadar da uzaklaşıyorum. Sonra tekrar uzaklaştığımı fark ediyorum ve baştan başlıyorum, tekrar, tekrar ve tekrar…
Hep bir bahaneye dayandırırken buluyorum kendimi. Şu bir geçsin düzeleceğim ya da bu böyle olduğu için unuttum vesaire. Unuttuğum yetmezmiş gibi kandırıyorum bir de kendimi. Marcus Aurelius’un çok güzel bir sözü var:
“Çok yakında her şeyi unutacaksın, çok yakında herkes de seni.”