Duyguların ve Düşüncülerin Aidiyeti
Hiç bir duygunun yabancı geldiği oldu mu? veya bir düşüncenin? Peki hangi kriterlerden geçirerek yabancı olduğunua karar veriyoruz, bunu hiç düşündük mü? Bir düşünceyi bize ait kılan şey nedir? sahiplendiğimiz zaman mı veya konfordan mı? Büyük ihtimalle konfordan ve toplumsal kabullerden. Herkesin bir karakter tanımı vardır ve doğduğundan beri bazı şeyleri işitip durur. Şöyle yapmalısın, böyle olmalısın, şöyle durmalısın vesaire. Bir düşünceyi veya duyguyu yabancı yapan onu düşündüğümüz anda gelen absürtlüktür ve bu absürtlüğü de konfor ve toplumsal kabuller belirler.
Ben böyle bir insan değilim.
Ben böyle bir insan değilim.
Ben böyle bir insan değilim.
Ben böyle bir insan değilim.
Ben böyle bir insan değilim.
Ben böyle bir insan değilim.
Ya öyle birisi isem?
Ben böyle bir insan değilim.
Ben böyle bir insan değilim.
Ben böyle bir insan değilim.
Yukarıdaki cümleleri biri hariç dile getirdiğimiz zaman bir elekten geçiririz kendimizi. Bu elek ise kaderin bir armağanıdır. Öyle bir armağandır ki sana ne düşünmen ve hissetmen gerektiğini söyler. Aslında bir koruma mekanizmasıdır zira insanlık tarihi boyunca toplumlar kendileri gibi olmayanları her zaman dışlanmıştır. Paleotik dönemde atalarımız bu armağan sayesinde hayatta kalmıştır.
İşin tuhaf yanı eğer ki öyle bir insan değilsek hiçbir zaman bunu düşünemiyor olmalıydık veya hissetmiyor olmalıydık. Ama, beynimiz bize öyle bir oyun oynuyor ki o düşünceleri illaki gün yüzüne çıkartıyor. Herkesin vardır toplum içinde açıkça dile getiremeyeceği veya kimseye söyleyemeyeceği düşünceleri. Benim bir tane var ve buraya itiraf niteliğinde yazmak isterim:
Ben kendimi bildim bileli hiçbir zaman var olmamış ama sanki var olmuşlar gibi davrandığımız roman karakterlerini ve çoktan bir hayat yaşamış ve şimdi aramızda olmayanları kıskandım. Bu dediklerim sizi şaşırtmasın yaşamak istemiyor değilim tam tersi yaşamı/var olmayı Tanrı’nın bize verdiği en büyük armağan olarak görüyorum ve yaşamaktan zevk alıyorum ama yıllardır anlam veremediğim bu hisle birlikte yaşıyorum. Çoktan bir hayat yaşamış olup bitirmeyi diliyorum. Bu hayatta ne yaşadığımı veya başıma neler geldiğini hiçbir şekilde umursamıyorum sadece bir hayatım olsun istiyorum ve hemen bitsin istiyorum. Ve bunun olması için sahip olduğumu düşündüğüm her şeyi verirdim. Roman karakterlerini çok kıskanırım çünkü hiçbir zama hayal dünyamız dışında var olmamalarına rağmen sanki bizde gerçeklermiş gibi etki bırakırlar. Sanki onlar da gerçekmiş gibi davranırız, birbirimize anlatırız. Ya da bir resimdeki insanlar gibi, hiçbir zaman gerçekte var olmamış ama o resme sıkışıp kalmış insanlar. sanki gerçekler gibi tepki veririz hatta bazılarına çok anlam yükler evimizin bir duvarına asarız.
İşin komik yanı bu his aslında engellenemez nihai sondan başka bir şey değil zira bundan yaklaşık 60 70 yıl sonra çoktan ölmüş olacağım ve o çok kıskandığım insanların arasına katılacağım. Eğer ki bu düşüncemi ailemle paylaşırsam benim depresyonda olduğumu düşünecekler ama değilim. İşte bana çok yabancı gelen ama bir o kadar da ben olan bir duygum.
Bu duruma şöyle bir soru sorulabilir: Ben gerçektende bu düşünce de dahil olmakla birlikte bütün düşüncelerime gerçektende sahip miyim? Eğer öyle isem ben, tarih ve mekan fark etmeksizin ister Fransa’da ister Japonya’da doğmuş olayım veya bin yıl önce veya sonra, gerçektende aynı duygulara ve düşüncelere sahip olacak mıyım? Gerçekten de Mert isimli kişi tarih ve mekandan bağımsız her zaman Mert mi olmaya devam edecek yoksa her zaman doğduğu yer ve zamana göre duygu ve düşünceleri köklü bir biçimde değişecek? Bu da bize şunu gösterebilir ki biz hiçbir duygu ve düşünceye sahip değiliz sadece kaderimizde yazılı olan bir dönemde, bir toplumda dünyaya geldik ve kendimize ait olduğunuı düşündüğümüz en temel şeylerde bile aidiyeti olmayan zavallı varlıklarız.
Bu soru teorikte bir değeri varsa da pratikte kanıtlayabilmemizin bir yolu yok. Bu dünyaya sadece bir defa geliyoruz ve o kısacık hayatımızda da o kadar çok derdimiz oluyor ki böyle soruları unutmamız gerekiyor. Kendi hayatıma dair şunu söyleyebilirim ki ben şu an yaptığım işten memnunum ama hayalimdeki işi yapmıyorum. Ben şu an soracak olsanız yazar olmak isterdim ve Eğer ki daha düzgün bir ülkede doğsaydım, örneğin Hollanda, sanki orada şu an yaptığım işi değil de yazar olurmuşum gibi bir düşüncem var ama ya Hollanda’da doğsaydım ve Amerika’da doğsaydı yazar olacağını düşünen bir bilgisayar mühendisi olsaydım? Evet aklımdan böyle saçma bir düşünce geçti az önce.
Uzun lafın kısası ya düşüncelerimizin ve duygularımızın dahi bize ait olmadığı bir evrende yaşıyoruz ya da hepsinin bize ait olduğu bir evrende. Bu durum bana Epiktetos’un şu sözünü hatırlattı:
“Bir oyundaki aktör olduğunu hatırla, karakterini oyunu yazan belirlemiş. O oyunun kısa olmasını isterse, kısa olur, uzun olmasını isterse, uzun olur. Senden dilenci rolünü oynamanı isterse, bu rolü bile ustaca oynaman gerektiğini hatırla, keza sakat, memur ya da cahil rolü için de aynı durum geçerli. Zira sana düşen, sana verilen rolü hayranlık uyandıracak şekilde oynamaktır; rolü belirleyense başkası.”
Ben, ya benim ya da oynadığım bir rol. İki durumda da üzerime düşeni en layığıyla yapacağım.